Müjde Işıl – Taze bir sinema dilinin, genç bir sinemacının adım adım gelişmesine, ödüllendirilmesine tanık oluyoruz. Türkiye prömiyerini yaptığı ve Mansiyon kazandığı İstanbul Film Festivali’nden beridir “Sanki Her Şey Biraz Felaket” hem sektör hem de seyirci tarafından sevildi, benimsendi. 30. Adana Altın Koza Film Festivali’nde En İyi Film seçildi. Antalya Altın Portakal Film Festivali iptal edilince bu senenin festival yolculuğundaki başarıları daha da dikkat çekici oldu. “Sanki Her Şey Biraz Felaket” bu yılın öne çıkan yapımlarından biri olarak şimdiden hafızalarımızda yer etti. Bu yenilikçi, genç enerjili filmi, yaratıcısı Umut Subaşı’dan dinledik.
Dört kısa metrajdan sonra ilk uzun metrajınız olan “Sanki Her Şey Biraz Felaket”i çektiniz. Bu hikâyeyi uzun metrajda anlatmak için sizi motive eden etmenler nelerdi? Filmin ortaya çıkış süreci nasıl gelişti?
Beni motive eden şey hikâyeden ziyade yaşadığım, hissettiğim ve anlatmak istediğim şeylerdi. Öykü ve karakterler sonradan geldi. Bunun uzun metraj bir film olacağı sürecin başından beri belli olan bir şeydi ama bu hikâye uzun metrajı çağırmadı; anlatmak istediklerimi uzun metrajda anlatabilmek için böyle bir senaryo yazdım. Sonucu, festivali, başarısıyla ilgili çok hesap kitap yapmadan, pek kimseyi dinlemeden, tamamen kendi istediğim gibi bir film yapmak üzerine yola çıktım.
Filmi ‘mutsuzluk üzerine mütevazı bir film’ olarak tanımlamak doğru olur mu ya da siz nasıl tarif edersiniz filmin, kahramanların ruh hâlini?
Ben böyle tanımlamazdım doğrusu. Öncelikle bugünlerin hâletiruhiyesiyle ilgili bence film. Bu da mutsuzluğa, sıkışmışlığa çıkıyor olabilir fakat bu filmi mutsuzluk üzerine bir film yapmaz benim için. Yapım şekli, mevcut filmlere göre içeriği ve onu ele alış biçimi açısından değerlendirirsek oldukça keskin tercihleri olan bir film bence, bu nedenle mütevazı olarak da tanımlayamayacağım. Bu biraz bakış açısıyla ilgili, sizin söylemek istediğiniz şeyi anlıyorum.
Karakterlerin karamsarlığına karşı filmde seyirciyi depresifleştirmeyen kuvvetli bir mizah söz konusu. Mizah, sorunlarla baş etmede ne kadar etkin sizce?
Bana olan bitenle başa çıkabilmek için en kestirme yol gibi geliyor. Türkiye’deki ilginç mizah anlayışının da insanların delirmemek için refleks olarak geliştirdiği bir şey olduğunu düşünüyorum.
Filmin ‘taze’ bir dili var. Bir yandan özellikle genç nesle hitap edecek samimiyette ama bir yandan mesafeli de. Siz bu dili ya da kendi sinema tarzınızı nasıl tanımlarsınız?
Çok tanımlamak istemem açıkçası. Son tahlilde sizin kendinizi nasıl tanımladığınızdan ziyade diğer insanların sizi ve sinemanızı algılayışı önemli. Sizin belirttiğiniz ‘taze’ tanımının beni mutlu ettiğini söyleyebilirim sadece. Seyirciyle film arasında kurmak istediğim ilişki belirttiğiniz gibi arada bir yerde. Filmde, özdeşliğin birçok unsur vasıtasıyla baltalandığı ama her şeye rağmen seyircinin filmle bağ kurabilmesini de sağlayacak bir reji olması için çabaladım. Bu birtakım seyirciyi baştan kaybetmek anlamına gelen bir tercihti. Filmi sevenler kadar sevmeyen ve anlamlandıramayanların da olması çok şaşırtıcı gelmiyor bu sebeple.
Film dünya prömiyerini Rotterdam Film Festivali’nde yaptı. Türkiye prömiyerini yaptığı İstanbul Film Festivali’nde Mansiyon aldı; sonrasında Adana Film Festivali’nde En İyi Film seçildi. Böyle bir başarıyı hayal etmiş miydiniz?
Hayal etmek demeyelim ama filmin değer göreceğini umuyordum.